Kişisel gelişim eğitimlerinde, karma karışık olan duygularımızın ve yanlış anlamlandırılan duyguların iyice ayırt edilmesi gereklidir. Bu duygulardan en sık yaşanan iki önemli kavram üzerinde durmak istiyoruz. Sevgi ve nefret! Sevgi ve nefret birbirinden ayrılmayan iki zıt kutuplu duygudur ve insanlığın var oluşundan bu yana hep varlığını sürdüre gelmiştir. Sevginin tek başına nefret olmadan sürdürülmesi imkansızdır. Nefretin de her an sevgi enerjisine dönüşmesi mümkündür. Bu çok güçlü iki duygu her an birbirine dönüşebilmektedir. Sevgiyi isteyip nefreti istememek lüksümüz yoktur. Bu evrende dualite gereği ikisi birlikte gelir.
Sevginin Rengi
Hele ki günümüzde sevgi kavramının rengi çok uçuklaştı. Nefrete pek kimse karışmıyor ve o, keskinliğini sürekli korumuştur ancak sevgi üzerinde yontma çalışmaları hep yapılagelmiştir. Bunun temel nedenine indiğimizde şunu görebiliyoruz. Sevgi, karşısında hiçbir gücün dayanamayacağı çok büyük bir güçtür. Bu güç yapıcıdır ama diğer tüm duygulardan daha güçlüdür. Bu gücün azameti tüm gelmiş geçmiş insanları korkutmuştur. Dağları delme azmini Ferhat’a veren şey, nefret değil sevgi idi. Mevlana’yı delicesine Şems’e bağlayan ve Mesnevi’yi yazdıran şey sevgi idi. Delicesine birine aşık olan bir insanda meydana gelen içsel ve dışsal değişimler ve dönüşümlere baktığınızda baş edilemeyecek bu dönüşümün hiçbir şekilde kontrol altına alınamaması, sevginin gücü karşısında çaresiz kalınmasının sonucudur. İlahi sevgi de aynen böyledir. Leylanın peşinden koşturan sonra da ilahi kanala yönelen sevgi de aynı sevgidir.
Örnek verecek olursak;
Sizin aileniz çok köklü ve zengin olsun. Tek bir oğlunuz vardır ve gider bir fakir kıza sırılsıklam aşık olur. Onu dizginlemeye çalışır, sevgisini yontmaya çabalarsınız. Davulun bile dengi dengine çaldığını her fırsatta hatırlatır ve herkesin haddini bilmesi gerektiğinden dem vurursunuz. “Zengin biri isen, zenginliğine layık zengin bir ailenin kızı ile evlenmek sanki genel bir kuraldır. Bilim teknoloji çağında da kural budur, 1500’lü yıllarda da kural bu idi. Değişen şey, sahneler ve oyuncular olmaktadır. Fakat hikayemizdeki gencimizin aşkı-sevgisi dizginlenmeye çalışıldıkça onun daha da büyüdüğünü ve kontrolden tamamen çıktığını görürüz. Klasik bir senaryodur ve hayatın birebir içinden gelmiştir. Genç sevdiği kıza kavuşmak için hiçbir engel tanımayacaktır. Sevgi, ondan alınmaya çalışıldıkça daha da güçlenecektir. Her şey sarpa sarar. Çatışmalar başlar.
Nefret mi Güçlüdür yoksa Sevgi mi Güçlüdür ?
Sevgi ve nefret kıyaslandığında, nefret duygusu ise o kadar şiddetli değildir. Onu bastırmak için biraz korku malzemesi kullanmak yeterlidir. Çok büyük bir nefretle birisine zarar vermek isteyen bir insanın nefretini bastırmak için o insanı korkutmak veya sakinleştirmek yeterli olabilir. Hatta nefret –kızgınlık kendi kendine sönebilecek bir yapay duygudur. Varlığımızın özünde yeri olmayan, sonradan kazanılan bir duygudur. Ama seveni korkutamazsınız. O korkarsa da sevgisinin peşinden gider. Ama nefret eden, yeterince korkarsa nefretinin peşinden gitmekten vazgeçebilir. Ne kadar yontulmaya çalışılırsa çalışılsın sevgi, daima esas kaynaktan geldiği için, nefretten ve onun türetilmiş negatif hislerinden çok daha güçlüdür. Sevgi evreni yaşatan güçtür. Eğer Allah (c.c) bizi sevmese idi, evrenin bir anda felakete, muazzam nükleer patlamalara maruz kalmasını dileyebilirdi. Hiçbir güç de buna engel olamazdı. Evreni dahi ayakta tutan güç, nefret değil sevgidir. Fakat sevginin gücünden herkes içten içe korkar. Tüm planları kuralları yok sayabilen sevgi, bir insanda ışıldamaya başladığında bu insanın sevgisi karşısında durmak mümkün olmaz. Bir kızı bir erkeği ya da bir fikri sevmeye başladığınızda, birdenbire kimyanızda değişimler meydana gelir. İçiniz içinize sığamaz. Aşk dediğimiz o ulvi duyguyu hissetmeye başladığınızda, mantık biraz gerilere itiliverir. Kalp ön plana yerleşir. Tutarsız hareketler davranışlar sergileyebilirsiniz. Tüm varlığınız muazzam bir dönüşüm içine girer. Yaşadığınızı hissedersiniz. Dünyaya ve içindekilere farklı bir gözle bakmaya başlarsınız. Sevgi hissiyle gelen yardımlaşma, merhamet, dünyaya ve içindekilere duyulan iyi dilekler tavan yapar. Ancak sevgi ve aşk bir kelebeğin dokunuşu gibi narin ve kısa süreli olabilir. Yani sevginin gelmesi, onun sonsuza kadar kalacağı anlamına gelmez. O geldiğinde, bazı şeyleri hazır tutmanız gerekir. Sevdiğiniz insanla birlikte, sevgiyi en iyi şekilde misafir etmek için hazırlıklarınız olmalıdır. Sevgi özgürlüğünden asla ödün vermez mesela. O geldiğinde pencereleri açık tutmalısınız. Uçup gitmek istediğinde kolayca uçup gidebilmelidir. Özgürlüğü sever O! Sevdiğiniz insan ile sizin aranızda şiirsel bir bağ kuruluverir ancak, sevgiyi kullanarak sevdiğiniz kişiyi sahiplenmenizi istemez. Ona özgür alanlar bırakmanızı ister. Dilediğinde, sevdiğiniz insan yalnız kalabilmelidir. Dilediğinde, sizin içinde olmadığınız aktiviteler paylaşımlarda bulunabilmelidir. Zaman zaman sizi terk edip gidebilmelidir. Sizi daha çok özleyip daha da şiddetle sevebilsin diye… Sevdiğiniz insana özgür bir alan bırakmalısınız. O alan sadece ona ait olmalıdır. Zaman zaman o alana çekilerek tüm dünyadan kendini soyutlayabilmelidir. Sevgi tüm bunlara dikkat eder. Sahiplenme dozunu arttırdığınızda Sevgi kelebeğinin kanatlarını açıp hoşça kal bile demeden gittiğini görürsünüz. Sonra çiftler arasında sevgi kalmayınca, kavga başlar. İncir çekirdeğini doldurmayacak nedenler ortaya atılır ve bunlar beslenerek büyük tartışmalar kavgalar haline çevrilir. Birliktelik eskimişse, ve çocuk gibi ürünler verdiyse, bu kez sevginin yerini tutmaya çalışacak sorumluluk duygusu ile birliktelikler sürdürülmeye çalışılır. Buna bir de gelecek kaygısı geçim sıkıntısı, nafaka, çocuklardan ayrı kalma korkusu eklediniz mi, birlikteliği devam ettirmek her iki tarafın da işine gelecektir. Sevgi olmadan yarım yamalak bağlarla yürütülecek bir yuvanın tüttürdüğü ocağın ışıkları bile daha cılız olur. O halde yan ürünleri değil de sevgiyi beslemeye gayret etmek en iyisidir. Sevgi geldiğinde, onu hak ettiği gibi karşılamak gerekir. Ne de olsa bu dünyada bizleri bir arada tutan tek bağ sevgi bağıdır.
Bir Ağaç Kadar Sevebilmek
Ağaçlar belli bir süre büyümek için ve olgunlaşmak için sabırla beklerler. İçeride harıl harıl bir çalışma vardır. Ağaç büyüyüp olgunlaştığında meyvelerini vermeye başlar. Meyvelerini verirken, “Ali sen al Mahmut sen alma !” demez. Sessizce ve cömertçe leziz meyvelerini verir. Bir gül de kokusunu dağıtırken aynı cömertliği gösterir. Kokusunu yaymak için fırsat bulduğunda tüm çiçekler dünyaya güzel kokularını hesapsız yayarlar. Bir ağacın ve gülün cömertliği kadar cömertlik ve sevgi sahibi olabilen bir insan ne mutlu bir insandır!